Skip to main content

“Mimarlık eleştirisinin olmadığı, yazının, dolayısı ile sözün çok az olduğu bir ortamda yarışma kaçınılmaz olarak çok önemli. Gerçekten de yarışmalar birçok ülkede sadece proje elde etmenin bir aracı olarak değil… fikri bir buluşma ortamı, geliştirici bir ortam, o yüzden yarışmanın kendisi zaten önemli bir motivasyon aracı ve dolayısıyla bunun sürdürülmesi, geliştirilmesi çok önemli, çok değerli.”[1]

 

Artık özel kurumlar da yarışma yolu ile proje elde etmeye çalışıyorlar. Çünkü bunun markanın kendine olan güveni, paylaşımcı bir kültüre haiz olunduğunun göstergesi, eşitlikçi, paylaşımcı, adil bir kimliğin görünürlüğü ile ilgisi var. Bir kamuoyu oluşturuyor yarışmalar, bir tartışma ve eleştiri ortamı ile pekiştiriliyor, dolayısı ile büyük bir reklam aslında. Hele günümüz sosyal medya gücünü düşündüğümüzde hiçte yabana atılır durmuyor. Bu nedenle açık yarışmaların özel sektörde de çoğalacağını düşünmek mümkün.

Bir başka yarışmaya çıkma nedeni; alanın özelliğinden, bazen toplumsal bir uzlaşıya olan gereksinimden, bazen de piyasa koşullarının yeterli olmadığını düşünen bir kurumun yeni ve farklı bakış açıları aramasından kaynaklanır. Örneğin her ne kadar biraz siyasi görünürlülükle ilşkili de olsa, “Taksim Yarışması” böyle bir örnek. Her ne kadar hem yarışıp hem de halk oylamasına hazırlanmak gibi yarışmanı garip bir pozisyona sokmuş olsa da.

Kamu kurumları tarafından bakınca da ihalesiz hiç bir proje yaptırma olanağı yok. Bu nedenle yarışma, aslında kamu yönetimi açısından en adil iş dağıtma yöntemi. Her şeyden önce katılımı teşvik eden yarışmalar, jüri sisteminin katılan projeleri süzerek bir proje seçmeleri kamu yönetiminin tüm tasarımcılara eşit uzaklıkta olma sorumluluğunun en sorumlu tutumu olarak algılanmalıdır. Bu eşitlikçi tavır kadar jürilerin de tarafsız olmaları gerçeği ile kamu yarışmalarında daha tutarlı, günümüze daha yakın denemeler yapmak da kaçınılmaz gözüküyor.

 

“Tartışmasız olarak yarışma kurumu, uzun süreler mimarlık ortamını geliştirmiş, yeni yönelmelere kaynak olmuş, büyük ölçekli programların gerçekleştirilmesinde önemli ve adil bir ortam sunmuştur. Ancak Türkiye’de yine aynı yarışma kurumu, bir “yarışmacı” profilinin ortaya çıkmasına neden olmuş, aynı dilde üretim yapan mimarlar neredeyse açık kimlikli bir tarz oluşturmuşlar, jüriler de bu ortamları kanıksamışlardır. Özellikle 90’lı yıllarda bu profiller, eş zamanlı projelere birden fazla proje göndererek bir tür monopol oluşturmuşlardır. Yarışmalar, özellikle gençlerin yeni sözler söyledikleri, bir anlamda söylemler oluşturdukları platformlar olmaları yerine, stereotip şemaların eşliğinde bir illüzyon ortamına sürüklenmiştir. Bir anlamda “Wettbewerbe” mimarlığı olarak tanımladığım bu süreç günümüzde “kes-yapıştır”ortamınadevşirilmiştir.”[2] 

 

Bu metni yazdığım zaman, özellikle yarışmaların çıkmazda olduğu bir dönemdi. Zaman zaman bu ritüelin tekrarı, boyut ve algı değişimine rağmen bir sorunsal olarak halen genetik olarak aktarılmaktadır.

Yarışma aslında bir bildiridir diye bakıyorum, bir metindir, projedir tabii de her şeyden önce bir bildiridir, bir sözdür, kişinin sözü olmasıyla ilgilidir. Kendine böyle bir rol biçmiştir, bu nedenle bu mekanizmanın içine girmiştir.

Son dönemlerde bir çok sansasyonel yarışma oldu özellikle gençlerin önünü açtığı, tanınırlıklarını arttırdığı kesin; bu yarışmaların tek aşamalı, çift aşamalı, önden seçmeli ve hatta sonu halk oylaması ile biten türleri. Tüm bu yarışmaların sonunda gerçekleştirme olmalı, ancak kurumlar ne bütçesel, ne yönetimsel, ne iletişimsel, ne de hukuksal olarak hazır gözükmüyorlar. Sonunda korkarım ki; birçoğu yine yarışmalar tarihinde birer dosya olarak yerlerini alacak. Bunu terse çevirmek için her şeyden önce yarışmaların ihale kanunu dışında bir statüye kavuşturulmaları, odaların şovenist yapılarından arınmaları, yarışmaya çıkan kamu kurumunun iyi niyet deklarasyonu yapması, yarışmanın garantörü olacak sorumlu kurumlar (odalar vb.) -ki bu kurumlara olan güven ve bağlılıkla bu yarışmalar sürmekte ancak yarışma bittiğinde ortada kimse kalmamaktadır-. Kanımca en önemlisi kamu kurumları maddi kaynağını her şeyden önce deklare etmeli, bu işin yapımında sorumlu olmalı, denetlenmelidirler. Bu nedenle, yarışman dahil tüm aktörlerin sorumsuz olduğu bu oyun terkedilmelidir, bu bir zorunluluktur.

Son bir paragrafı da jüriler ve jüri sistemine ayırmak doğru olacaktır. Jüriler fikirlerimizi, sözlerimizi emanet ettiğimiz yarışma dönemindeki en üst makamdır.[3] Bu nedenle, jüriler yarışmayı ve her şeyden önce kendilerine emanet edilen işleri taşımakla sorumludurlar. Halen jüri seçimleri keyfe keder olmaktadır. Bir dönemlerin üniversite dekanlarından oluşan yanlış seçimler artık geride kalmış gözüküyor ancak jüri üyeleri ya çok deneyimsiz, ya okuma konusunda sistematik hatalar yapıyorlar, raporlar inanılmaz cılız ve inandırıcılıktan uzak duruyor. Raportörlük mekanizması son derece deneyimsiz genç meslektaşlardan oluşuyor. Jüriler şartname hazırlık süreçlerinde verimli ve etkin çalışmıyorlar, neredeyse tüm yük raportörlerde oluyor. Gerçekten de bu hal yarışma dilinin ve niteliklerinin gelişmesine katkı vermiyor. Stereotip kamu yöneticileri, stereotip meseleler, bilindik mekanizmalar ve aktörler, sonucu bir ezberden ve bilinmişlerden öteye taşıyamıyor. Bu nedenledir ki; söz uçuyor ve en kötüsü belki de bir sözün varlığı unutuluyor. Raportörler artık jüri üyesi kadar önemlidir. Önemli olmalıdırlar. Önemli ve tecrübeli isimler neden raportör olmazlar ki? Eğer yarışman bir sunuş yapamıyorsa -ki bu mevzuat da artık değişmeli-, açık isimli yarışmalar da yapılabilmeli, jüri belirli aralıklarla işleri takip edebilmeli ve her şeyden önemlisi tasarımcı sunuşu olmadan seçim yapılmamalıdır. Bu sadece özel sektöre mahsus bir uygulama olmaktan çıkıp yaygınlaştırılmalıdır. Artık fikir, öyle korunası bir şey değil günümüzde. BU ALGI BİR AN ÖNCE OLUŞMALIDIR. O halde raportörlük makamı eleme yapabilmeli ve projeyi jüriye sunabilmelidir. Şöyle bir projelerin yanından geçerek süregelen seçim süreci son bulmalıdır. Bu kalıp artık gerçekçi değildir, jüriler de oyunun aktif aktörleridirler ve öyle olmalıdırlar.

[1] Aslan,D., 2007, Ulusal Mimarlık Yarışmaları Sempozyumu Açılış Konuşmaları, Mimarlar Odası İzmir Büyükkent Şubesi, s.42.

[2] Aslan,D., 2011, Türkiye’de Yarışma Ortamına Dair, Planlama, s.1-2.

[3]* Hüseyin Kahvecioğlu ile geçmiş zaman diyaloglarından

Doç. Dr. Deniz Aslan