Skip to main content

Bu yazının yayınlandığı “Peyzajı Açmak” kitabını incelemek için tıklayın.

 

Kaleme alınan bu yazı yazarın son 25 yıl içinde peyzaj mimarlığına dair yayınladığı metinlerin bir özeti olarak okunabilir.

Peyzaj Mimarlığı’nın en önemli özelliği belki de “otodidakt” bir alan olmasıdır. Bu da anlama, yorumlama, anlamlandırma ve yapma eylemlerinin tümünün bir filozof, bir sanatçı, bir mimar ve fiilen o işi yapan kişi olarak bir benlikte toplanmasının karşılığıdır.

Peyzaj Mimarlığı’nın bu öznel durumu onun bir tasarım mesleği olarak yorumlanması ve tüm tasarımcılar gibi kendilerini iki boyutlu( 3D çizimler dâhil) çizimlerle ifade etmeleriyle bir hayli zedelenmiştir. Kendisinin üretim alanına gitmesine dahi gerek bıraktırmayacak düzeyde üretilen gerçekliğin, soyut çizimler aracılığıyla somut düzleme taşınmasıyla bir yabancıya dönüşmüştür.

Hal böyle iken Peyzaj mimarı belki de en çok toza, toprağa bulaşan ya da bulaşması gereken kişi olması gerekirken, artık onunda kendisini bir mimar edasıyla siyahlar giyerek kendi labirentini inşa ederken bulması kaçınılmaz olacaktır.

Geçtiğimiz yüzyıldan bu yüzyıla peki ne değişmiştir? Değişen şey peyzaj mimarının aldığı roldür. Bir toprak insanı bir teknograta dönüşmüştür. Bu modern dünyada aslında kaçınılmaz bir durum, bir çelişki. Bu durum bir anlamda tekrar metinler üretmek, biraz dışarıdan bakma şansı, belki biraz şiirsel, biraz doğa üzerinden yeniden konuşma olanağı, belki de sürekli dönüşen kentsel mekanizma içinde sağlıklı bir duruşa sahip olma fırsatına dönüşebilirdi. Ama maalesef gidişat hiçte öyle olmadı, peyzaj mimarı için bir fırsat sadece iki boyutlu, yaşantı içermeyen, hikayesi olmayan, geçmişi olmayan, geleceğinin olamayacağı mekanik bir üretim uğruna yiten bir farkındalığa dönüştü. Bu durumdan çok hızlı sıyrılan batı toplumları eğitimlerini defalarca gözden geçirdiler, var olması gereken duyarlılıklarını hatırlayarak bu modern üretim dilinin içinde yer aldılar. Yukarıda sözü edilen sorunlar halen yaşanmakta ancak peyzaj mimarının kendi evrimini sürdürmesi belki de çok genç bir modern meslek alanı olmasından dolayı devam etmektedir. Bu süreç içinde Türkiye’deki durum tam anlamıyla kafa karıştırıcıdır. Ne kuş, ne deve bir meslek insanı yetiştirme alanına dönüşmüş sayıları her gecen gün artan yeni bölümleri ile üniversite ve peyzaj mimarlığın konumu gerçekten tartışılır hale gelmiştir.

Mesleğin pratik alanda süren sorumluluğu bir o kadar düşündürücüdür. Çin, Vietnam, Türk Cumhuriyetleri ve Arap ülkelerini peyzaj tasarımlarına boğan dünya devi peyzaj firmalarının ihraç ettikleri dil, özellikle Türkiye’de hiç bir bağlamsal yaklaşım olmaksızın kabul görmüş, projeler bir desen çalışmasından öteye gidemeyen son derece hızlı çoğaltılan, sadece plan düzleminde var olan dolayısı ile hiçbir yaşamsal karşılığı olmayan samimiyetsiz, içeriksiz, sahte, sadece görselleştirme olarak yaşayan, hayat bulamayan, nesneye dönüşemeyen tümü ile farkında olmamanın belgesi olarak birer birer yaşam bulmaktadır.

Bir poetik alan, tümü ile hızla tüketilen üstelik en önemli sorumluluk alanını, inkar edercesine doğanın sürekliliği, sağlıklı bir dünyayı inşa etmek, her yaştan insanın içtenlikle sevebileceği ve mutlu olabilecekleri çevrelerin, bir grafik edimin, dikte edici şekilciliğinin esareti alanına dönüşmektedir.

Geçtiğimiz yüz yıl içinde peyzaj mimarının varlığı bir yere bakarak oranın potansiyeli ile nasıl bir dönüştürülmüş doğa parçası olabileceğine dair kararlar almak, bunları döneminin teknolojik, edebi ve sanatsal ortamı içinde vücut bulmasını sağlayan ve tümü ile her türlü dışsallaştırma tekniği ile kendini ifade eden ve ete kemiğe bürünmesini sağlayan, ömrünü adadığı bu gerçekliğin tüm unsurlarını teker teker zaman içinde keşfederek geliştiren kimlikten planlamadan imalata kadar yayılmış bir spektrumda koşan, her bulduğu işe saldıran, çoğunlukla yerini bile görmediği, görse bile anlayamadığı, anlamlandıramadığı “orayı” evrenin her hangi bir yerindeki kartezyen kutuda varsayan, ölçek kavramını yitirmiş, zamanın-mevsimlerin ve doğanın tüm döngülerini ıskaladığı ya da kaba akademik bilgilerden öteye geçmemiş, özelleşememiş “oralı” olmayı başaramamış ve bir daha geri bile dönülüp bakılamayacak olanı inşa ettirene dönüşmüştür.

Ofislerde peyzaj mimarlığı patronun iki boyutlu karalamalarının üç boyuta oradan da görselleştirmeye dönüştüren tasarımsız, detaysız ve referansı bile yazılmadan yapılan alıntılar ile yüklü, etik olmayan üretimlere dönüşmesi, nedensellikleri açık seçik dile getirilmemiş ideogramatik arayışları belgelenebilir örneklerin neredeyse hiç gözükmemesi kanımızca önemli birer konu, sektörde yayının neredeyse olmaması bir başka çözüm bekleyen sorunsaldır.

Eğitime baktığımızda sürekli yeni açılan ve giriş puanları düşen bölümlerle yaratılan peyzaj mimarı ve işin kötüsü peyzaj mimarlığı akademik kadrolarında yaşanan enflasyonda mesleğin saygınlığına ve algısına olumsuz katkı yapmaktadır.

Türkiye’nin köklü üniversitelerinin dışında kabul görecek bir eğitim ortamı ne yazık ki bulunmamaktadır. Peyzaj mimarlığı eğitiminin ortak sorunu peyzaj planlama ile peyzaj tasarımını birbiriyle karıştırılmasıdır. Aslında ülkemizde peyzaj mimarlığı eğitimi planlama odaklıdır. Tarih, strüktür ve materyal bilgilerinin dönüştüğü ve tasarımcı ediminin sahnesi olan stüdyo koşulları çok az üniversitemizde mevcuttur. Ancak onlarda dâhil sadece bir boyama düzleminde, ölçek algı ve bilgisinden bağımsız süren, lekelere indirgenmiş, oluşmamış çalışmaların proje olarak yorumlanması ve bunlar üzerinden kısmi tasarım süreçlerinin geliştirilmeye çalışılması çok büyük bir yanılgı ve ağır bir bedeldir. Bu sorunsal üzerine sağlıklı bir sistematik ve düşünsel, deneyimsel bir platform halen oluşturulamamıştır.

Peyzaj mimarlığının mühendislik tarafında da sistemde bilgi ve algısından uzak olunması herhangi bir nesnenin sadece katalog bilgisi ya da apriori ya da jenerik olarak tariflemenin ötesine geçilememesine sebep olmakta dolayısı ile peyzaj mimarı adayı kendi sesini duyurmadan, sözü olmadan kendi deneyimine sahip olamadan eğitimi sona ermektedir. Bu eğitim hocanın bilgi birikimine odaklı, deneyimsellikten uzak, kalitesiz bir skolaya indirgenmiş üniversalizme geçemeyen bir ortamı tarifler ki burada bireysel olmadan dolayısı ile “otodidakt” bir alandan bahsetmek neredeyse olanaksızdır.

Peyzaj mimarlığı meslek alanı olarak görüldüğünden bu yana muazzam bir saldırganlık ve oburlukla her konuya yapışmış durumdadır. Alanın içini kendince dolduran sektör aktörleri, hiç bir şekilde oluşmamış bir meslek bakışı, meslek jargonu ve komşu alanlarla barışmamış, sadece tutup koparmaya çalışan ve bunu da başarı zanneden mesleki örgütlenme yapısı son yüzyılda geçmişini oluşturan değer ve aktörlerin verdikleri katkıyı belgelemeyi dahi önemsemeden kırarak, hatta ezip geçerek hayatiyet alanlarını genişletiyor. Son yıllarda kentsel tasarım peyzaj mimarları tarafından kentsel tasarımın anlamını bilmeksizin icra edilir olması bu oburluğa bir örnektir. Özellikle mimarların birçok alandan çekilmesi, şehircilerin bu alanı yeterince dolduramaması, öngörülü peyzaj mimarlarının eğitime de kentsel tasarım bilgisi eklemeleri ile Türkiye’de tam anlamıyla inter disipliner bir alan oluşmadan kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yeterli hassas okuma yapamamak yeri anlamamak aynı zamanda eğitiminde önemli bir meseledir. Oysa yerin sesi, yerin kokusu dahil anlamaktan geçiyor yere tutunmak.

Her konuya hazır çözümler “pret a manger” tasarımlar aslında ilginç bir konu olmasına rağmen ülkemizde yozlaşmanın karşılığı olarak kullanılabilir.

Tasarım bir kurgudur. Her kurgu bir mikrokozmozdur. Kanımızca mikrokozmoz anahtar bir kelime ekosistemi de içinde barındırıyor. Ancak apriori bilgi özellikle üniversitelerde stereotip projelerin üretilmesine sebep oluyor. Her baş ağrısına aynı ilacı önermek gibi, her mesele ekolojik sorunsala oda suyun döngüsü üzerinden ele alınmasına sebep oluyor. Hatta ufacık bir alanda dahi aynı döngü koşulsuz bir uyarlama olarak talep ediliyor. Buda meselelerin özelleşmemesine neden oluyor. Konu sektörel üretimlerde de benzer. Her soruna benzer detaylar, her projeye havada uçan eğrisel ya da farklı geometrilerde hoş grafiklerle yaklaşmak, peyzaj tasarımını bir boya kitabındaki alanları renklendirmeyi andıran bir tutumun içine gömüyor. Farkındalıklar artık çözümlere, hoş duran, hoş gözüken boyamalara indirgeniyor. Tasarım alanı her geçen gün yüzeyleşiyor, kaypaklaşıyor.

Nesnel olanın uzaklarda olması bir başka sorun. Bir var oluşsal alan olarak nesnellik çizgilere malzeme atamadan çok daha derin bir konu aslında; özellikle üniversitelerde projelerin sonuna eklenen tip detaylar, resimlerden oluşan bitkilendirme öngörüleri ve donatılar, bu çok özel tasarım mesleğin alanını muazzam geriye çekiyor, konunun yanına bile yaklaşılamıyor. Oysa algı zamansal, mekânsal, uzamsal bir evrende gerçekleşiyor. Geometri ve madde algının aslında özü.

Durum böyle olunca tasarım, felsefenin ve metodolojinin birbirini kovalarcasına devrede olması gereken, ideogramatik olarak niyetlerin soyutlaştığı ve oradan somutlaşmak üzere kurgusal mikrokozmoz da var olma koşullarının sürekli döngüsel bir evrimleşme ile görünür kılındığı bir deneyimsel laboratuvara ihtiyaç var.

Planimetre kanımızca peyzaj mimarının en büyük düşmanı, plan garip bir şekilde çizmeyi gerektiriyor. Ölçek ne olursa olsun peyzaj mimarı planda çiziyor. Her ikisi de gerçekliğin yitmesi için muazzam girişimler. Oysa morfoloji, jeoloji yapay ve doğal peyzajın temelidir. Buda ancak en az üç boyutlu olarak var olabiliyor. Düzlem ise en zor morfoloji analog veya dijital modeller farklı ölçeklerde çoğaltmalar, kesit maketler, kesit perspektifler olmadan anlaşılması imkansız olan bir şey. Bu nedenle her tasarımcının farklı stratejileri, farklı anlama, soyutlama ve dışsallaştırma teknikleri var. Ancak ülkemizde vahim bir şekilde hem eğitim hem de ofisler yükseltilmiş bir plandan yana bir kolaylığa yakalarını kaptırmış durumdadır. Ne gariptir ki bu durum herkesin işine geliyor.

Toprak ve nebatat bir başka mesele kanımızca, her ikisi de yeterince ele alınamıyor. Bitki isime ve yaprağa indirgeniyor. Toprak ise geçiştiriliyor. Kök mantarlarından bir haber uygulama yapmış peyzaj mimarı, ne morfolojinin, ne sürekliliğin, ne mineralojinin, ne jeolojinin nede habitatların farkında, planı üzerine yuvarlaklar çizip duruyor. Hatta bu ifadeyi bile eleştirmiyor. Norm adı altında ezber bir teknik ifade bitkisel pazarlama kitaplarındaki gereksiz tür ve variyetelerle eşleştiriliyor. Bununda adı bitkilendirme oluyor. Orası ne ister, esas sorun bu. Orası çok önemli ve değerli nerede olursa olsun.

Çünkü gerçekten elde kalan son şeydir YER.

 

Kaynakça;

Aslan, D. (2016),“Peyzaj Mimarı Bir Ekolog Hassasiyetinde Çalışmalı” Art News, Ocak S.16, S.1-6-7
Aslan, D. (2016),“1989’dan Bu Yana Peyzajda Neler Değişti” Arredamento, Nisan 2016, S.300 S.106
Aslan, D. (2012),“Peyzaj Mimarı Bir Uğraştır” Tasarım, Nisan 2012, S.70
Aslan, D. (2012),“Peyzaj Her Zaman Yeniden Düşünülebilen Bir Kavramdır” İnşaat Yatırım, Temmuz 2012,
Aslan, D. (2010) “….Ve Peyzaj Mimarlığı” Dosya 18,Şubat,S.32,33
Aslan, D. (2010)“Peyzaj Mimarlığı Türkiye’de Nerede?” Yenimimar.Com / Mayıs
Aslan, D. (2006)“Peyzaj Değil Lendskeyp” Yeni Mimar, Nisan , S.14
Aslan, D.(2005)“Peyzaj ve Beton” Betonart no.6, s.58-73
Aslan, D.(2005)“Peyzaj Mimarı Aranıyor” Betonart, İlkbahar , S..2-3
Aslan, D.(2004)“Türkiye’de Peyzaj Tasarımı” Arredemanto Mimarlık, Aralık, S.44-46
Aslan, D.(2004)“Bakarsan Peyzaj Bakmazsan Dağ Olur” Hürriyet
Aslan, D.(2004)“Peyzaj Mimarlığı Üzerine” Portfolyo, Mayıs-Haziran, S.72-87
Aslan, D.(1995)“Peyzaj Mimarlığının konumu”Mimarlık dergisi

 

Doç. Dr.Deniz Aslan